Rutin yaz...

30 Mayıs 2010 Pazar

Ve sonunda Bodrum'a yaz gelir..
eyp'yle çooook güzel günler geçirdik.
Melek Güneş, artık gittiğini iyice anladığı için pek pas vermedi 1 hafta boyunca. Buna en çok üzülen eyp oldu tabii..
Bence geçici bir durum..
Gün, bizim için erken başlıyor artık.
Sabah saat 10'a kadar kahvaltı ediyoruz, çocuklar biraz oynarken son sürat öğle yemeklerini hazırlıyorum. Ondan sonra zaten Melek Güneş'i tut tutabilirsen. Egecik de emeklemeye başladı, o da kapının önünde bekliyor.
Bahçeye inip, bütün taşları tek tek elliyor, bana da zorla terliklerimi çıkarttırıyor, tavukları besliyor, kuşlara bağırıyor, hamakta debeleniyor kardeşiyle..



Öğlen eve zar zor sokuyorum, bir büyük bardak meyve suyunu- bütün meyveleri karıştırıp kaynatıyorum- kurabiye, börek vs tepiştirip elleri, ayakları gözler kapanırken yıkayıp öğlen uykusuna...
Öğleden sonra bazen bir yerlere gidiliyor, arkadaş, komşu vs..
Ama akşamüstü mutlaka mutlaka parka!! Parkta genelde en küçük benimkiler oluyor. O yüzden bütün ablalar, abiler sıra veriyor, sallıyor, öpüyor, mıncıklıyor. Park yaşamına epey erken başlayan Uluç Ege'ye de çoook iyi geliyor..
Akşam hep beraber yemek, dedeyle son bir bahçe turu, kardeşle debelenme.. Eve çıktığımızda ben dahil hepimiz hışır halde, önce Uluç Ege'ye banyo, sonra Melek Güneş'e..
İkisi de giyinirken uykuya dalıyor genelde..
Onlar beni, ben onları yoruyorum, hep beraber sızıyoruz gün sonunda...

Steampunk

27 Mayıs 2010 Perşembe

Modalamaya devam..
Bu seferkiler ilginç..
12'den sonra girersen nete böyle olur tabii..
Ama hoş parçalar- etsy'den arak..
Birini beğendim, sonra nedir diye incelerken 'Steampunk' denirmiş öğrendim.. Cahilliğim affola, böyle bir tarzın tabii ki farkındaydım, adını bilmezmişim..
Akla büyük bukleli, ince belli, minik şapkalı hanımları, beli silahlı, kumarbaz beyleri getiriyor diye özetleyebiliriz aslında..
Biraz paslanmış, gizemli, rutubet kokulu...






Kesin mayıs yağmurundan

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Bu sıkıcı hallerim..
eyp, yarın büyük olasılıkla dönüyor Bodrum'a.
Hava 2 gündür Bodrum'da berbat. Yağmur yağmadığında karanlık, gri.. yağdığında dinmek bilmiyor, bittiğinde buzz gibi hava..
Çocukların da içi sıkıldı. Oda karanlık olunca gündüz uykusu uzuyor, sersem bir şekilde kalkıyorlar, 2 gündür parka gidemeyince Melek Güneş, isyanlarda..
Benimse aklıma bin tane şey geliyor.
Bir zamanlar 'Çocuk da yaparım, kariyer deeee...' şarkısını söyleyen süpersonik kız da yok bugünlerde ortalarda. Çocuk yapmıştır belki de ve ara vermiştir kariyerine.



Bazen part-purt bişeyler mi bulsam diyorum kendi kendime..
Bodrum'da yeni üni mezunu ve çocuksuzken bile işi zor bela bulmuşken, bu sefer şansımı çok zorlamasam mı diyorum..
Zaten babalarından yılın 5-6 ayı kısmen uzak kalan çocuklarımdan kendimi de mahrum etmesem mi diye vicdan yapıyorum bazen..
Girdiğim vizeler, finaller, uykusuz geceler, yurt günlerim... geliyor sonra aklıma..
Neyseee..
Dedim ya havadan kesin bu halim..
Birazdan Uluç Ege uyanır önce.. Çorbasını hüpletir..
Melek Güneş, camdan yağmuru izler, arabalar su sıçrattıkça çığlık atar..
Şu yaz gelse de denize atsak pöfilerimizi!!

Kaderimse çekerim

21 Mayıs 2010 Cuma

"Yüz karası değil, kömür karası,
böyle kazanılır ekmek parası"
Orhan Veli Kanık






Zonguldak'taki grizu felaketinde yerin yüzlerce metre altında, hayali bile sinirleri bozarken bu ülkede bu şartlarda çalışanlar var, 30 maden işçisi, mühendis.. sıkışıp kaldı. Büyük bir olasılıkla patlama anında can verdiler.
Ama ne de olsa 'Ölmek madencinin kaderi değil mi?'
'Bu mesleğe giren kardeşlerim bunu bilerek giriyorlar.'

Tıpkı şehitlerimiz gibi, çünkü biliyoruz ki, askerlik yan gelip yatma yeri değildir.
Anamızı da alıp gitsek, döndüğümüzde seni buralarda görmesek keşke!!!!!!

OİP'nin ardından...

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Çooook severek okuduğum, güldüğüm bloglardan biri, OİP.
Kutukafalara zaten bayılıyorum :)
Bu yazısını okuyunca ben de birşeyler yazmak istedim.. Daha bugün yine bir arkadaşımla konusu geçti çünkü..

Bence, zor olan 2 çocuğa bakmak değil, koskoooocaa evde tek başına bir çocukcuk olmak..
Onlarla ne kadar az, çok, kaliteli vs vakit geçirirsek geçirelim, o bazı anları ikisinin paylaştığı kadar yaşayamıyoruz..

Dünyanın en harika şeyi..
..onların o minicik bakışmaları, sabah kikirdemeleri, önce beni uyuttt noolur mızıklanmaları, onun elindeki eminim daha tatlıdır çekişmeleri, kardeşi yanında yokken gittiğimiz yerlerde ille de birşey bulup 'Ege'ye!!' diye eve taşımaları, ablası nereye gitse önce gözleriyle, sonra emekleye yuvarlana merakla peşine düşmesi...


....


Küçük hanımlar, küçük beyler!
Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz.”
Mustafa Kemal ATATÜRK

Budur!!

Arka arkaya düğün, nişan vs... detayları sonra veririm.
2 senedir giyemediğim canııımmm elbiselerimi giyebilmenin heyecanını taşıyorken bir baktım kilom neredeyse aynı ama hiçbiri bana olmuyor. Üstelik hepsi de benim için çoook değerli, kimi hediye, kimi özenerek aldığım elbiselerimi sonra 'vintage' olur, torun tombalak 'Ninem iyi ki de saklamış!!' desin diye :P , belki de ihtiyacı olabilecek sevdiklerim için, ama en çok da kıyamadığımdan saklıyorum şimdilik..
Peki ne giyebilirim ben diye aranırken bugün bu şıkları gördüm..



N.G Style, Trendyol'da indirimde..
İlk baştaki elbiselerin renkleri çoook güzel, fiyatları da alınabilir geldi bana..

Tespitlerim çiftdikiş!!!

14 Mayıs 2010 Cuma

Hülya mimlemişti,ben de iki senedir süren dejavudan örnekler vereyim..
Bunlar tamamen bizim evdekiler için geçerlidir, evde denemeyin....

* Güzel uyuması için deli gibi yorulması gerekir. Yoksa uyutmak için sarfedilen çaba, onun kikir kikir gülmesiyle sinir bozucu bir hal alabilir. 'Gördün mü, sen değil, ben istediğim zaman uyurum.' der halini takınması için birkaç aylık bile olması yeterlidir.

* Aynı şey yemek için de geçerli. Bol ara öğünlü, atıştırmalı, tepiştirmeli günün içinde ana öğüne geçmek imkansız olabilir. Yumruğu kadar bir midesi olduğu unutulmamalı, acıkmasına fırsat verilmelidir.

* Onun da kendine ait bir kişiliği, benliği, oyun ve hayal dünyası var. Bunu görmek için çocuğu 2 yaşında sendroma sokmaya gerek yok. Bazen odasında yalnız kalmalı, kendi başına da oynamalı bu minik bünye. Elinde bebek, top.. sürekli başında bekleyen bir anne, özellikle park, bahçe vs gibi yaşıtlarının yanında şimdiden sıkıcı olabilir. 'Ya bi git başımdan, rahat bırak beni kendimle' demek ister, yazık diyemez, ordan oraya atar, savurur kendini.
'Tamam, kovaya kum koy şimdi, arkadaşına da ver hayırr o bizim değil, oraya koyma küreğini, kovaya koy...' şeklinde talimatla oyun oynatan park anneleri bi çekilin kenarı ya, gölge etmeyin tepelerinde!!



* Ne kadar uğraşsak da anneler olarak, babalarının yerini alamıyoruz, kabul etmek lazım. Neredeyse her evde aynı şey vardır, kuralcı anne- özgür baba..
Melek Güneş, ilk dondurmasını babasından arakladı. O güne kadar ağzına sürdürmedim, canı çekmesin, istemesin diye yanında yemedim. Ama babasının yediği magnumdan tırtıklarken 9 aylıktı. Şapurdatarak yalanırken, bana sanki nispet yapar gibiydi ya da ben üstüme alındım.
Salıncaktayken ben özellikle kemerini taktım. Babası özellikle takmadı, bir de üstüne deli gibi salladı hep. Benim karşıdan içim gitse de onun kikirdemeleri harikaydı.

* Erkekler ve kızlar doğuştan farklı kabul!! Örnekleyerek yaşadık. Melek Güneş'in, 1,5 sene özenle oynadığı güzel saçlı bebek, Uluç Ege'nin bir hareketiyle yolunmuş tavuğa döndü. Oyuncak süpürgesini ben süpürge çalıştırdığımda getirirdi yanıma, o da yapmaya çalışırdı, ta ki Uluç Ege, sapını koparana kadar!!

* Ana-oğul, baba-kız gerçeği bizde de var. İlk kez 2 aylıkken ayrıldı Güneş babasından, İzmir'e gitmiştik. Döneceği günün gecesinde 'Yola çıkmış, 12 gibi evde olur'u duyunca her akşam 8-9 gibi uyuyan Melek Güneş, gece 12'ye kadar ilk kez uyumamış, babası gelince önce boynunda ağlamış, sonra da kucağında uyumuştu. Hala da görünce ağzının suları akar, kucağından inmez, nazlanır vs..
Uluç Ege kişisi ise, şu 9 ay boyunca babasıyla adam akıllı bir muhabbete girmiş değil. Arada hoş beş yaparlar, top falan ama onun da derdi benimle. Başını koltuğumun altına sokar, sırnaşır vs..

* Aynı şey, gençlerle de benzer olur.
Uluç Ege, dayısıyla ya da babasının erkek arkadaşlarıyla önce temkinli, ardından enseye şaplak, .öte parmak bir muhabbete girer. Genç kızlara cilvelenir, yolda çoook durdurulmuşluğum var liseli kızlarca.
Melek Güneş ise, özellikle dayısına önce çooook nazlanır, sonra yavaş yavaş elbisesini, küpesini gösterir, 'Çok güzelsin!'i duyunca utanır, yürüyüşü değişir.
Genç kızların önce küpelerine, takılarına, saçlarına bakar, inceler, hoşlanırsa kucağından inmez.
******

Yaz yaz bitmez bu tespitler ama yazı arasında yaptığım çorba kaynadı, çamaşırlar kurudu, çöpler birikti... Halinden şikayet eden tek çocuklu blogger anneciklere selam olsun, hepsi beni bekler, byeeee...

Ve hayat devam eder...

13 Mayıs 2010 Perşembe

Üstüste bu kadar sıkıcı yazı yazmamıştım hiç. Tekrarlanmaz umarım.
Affettirmek için güzel şeylerden bahsedelim..
Uluç Ege, 8. ayını bitirmek üzere. Şaşkınlıkla izliyorum onu. 6 dişi çıktı çünkü şimdiden. Emekleme öncesi şınav- bu kelimeyi de ilk kez yazıyorum garip geldi- pozisyonunda şimdilik.




Çok yakınımıza bizim için epey büyük bir park açıldı. Daha doğrusu oyuncaklar konmuş ama etrafın inşaatı devam ediyor. Melek Güneş, aletleri test ediyor bugünlerde.




Bir de fotoğraf makinesine sardı şu aralar. Sürekli birşeyler çekme derdinde. En çok da kardeşini..



Ve makineyi boşaltırken, geçen sene bu zamanlar ne yapıyormuşuz merak ettim.
Melek Güneş, olanca ağırlığıyla kardeşinin üstünde.
Değişen pek birşey yok.
eyp, turdayken üçümüz yatıyoruz. Uluç Ege'nin beşiği artık tehlikeli bizim için. Tutunup doğrulabilir hale geldiği için aramızda artık paşa.
Daha doğrusu ikisi de uykularında deli gibi döndükleri için, onlar koca yatağı kaplıyor, ben de kenarda uyukluyorum. Gece boyunca bazen MG, UE'nin boynuna dolanıyor. Bazen UE'nin eli ablasının zaten miniminnacık saçlarına dolanıyor. MG'nin çığlığıyla ayırıyorum birbirlerinden.
Her gece acaba Güneş'i odasına mı alsam diyorum, sonra içim elvermiyor, onsuz oğluşla uyumak.
Hepinize tatlı rüyalar..



En son...

11 Mayıs 2010 Salı

En son ne zaman çaresiz hissettiniz kendinizi?
Onun canı yandığında?
Canı yanarken birşey yapamadığınızda??
2 sn bırakmıştım oysa sadece..
O fındıkları tıkırdatırken, Uluç Ege kucağımda ceviz de getireyim diye girdim içeri sadece.
Aptal rüzgar, gerizekalı kapı, sabırsız Melek Güneş ve çaresiz çaresiz ben...
Kapı çarptı hızla..
Güneş'in sesini duydum ama kendi yok..
Camdan baktım..
Eli kapının altında, kendisi yerde...
Açmaya çalıştım, açamadım.
Bağırarak aşağı indim. Bu arada kucağımdaki Ege'yi salonun ortasına bırakıverdim.
Etrafta kimse yok. S.annem dişçiye gidecekti. Yan bina boş. Gerisi bahçe zaten..
S.annem erken dönmüş. En arka odadan duydu sesimizi. Ne anlattım, nasıl anlattım hiç bilmiyorum. Kapı, Güneş, yüzü, eli...Bişeyler sayıkladım.
Bu arada canım hala yerde, eli de kapının altında.
Allahtan pimapen kapı. Tutukluk yaptı. Ben aşağıdan yukarıya ittirdim, annem kendine doğru asıldı iyice.
Kapı açıldı...
Bütün bunlar 15-20 sn içinde gerçekleşti.
Sağ elinin üstü, 3 parmağı sıkışmış.
Hemen yıkadım, hem yüzünü hem minik tombik parmacıklarını..
O sustukça ben ağlamaya başladım.
İşin kötüsü S. annem, panikle ağzındaki fındık parçalarını dökülen diş gibi görmüş, çok kötü oldu.
Elimizde bir paket buz, acile gittik M.babamla.
Uluç Ege'yi babanesine bıraktık, tam da uyku saatiydi. Zaten korktu ablasının ve belki de daha çok annesinin ağlamasından..
Yolda parmakları ve elinin üstü şişmeye başladı.
Çocuk doktorumuzu aradım. 'Ortopedi bakar, hemen arıyorum, acile gelin.' dedi. Ortopedist de eşi zaten. Acildeki herkes çok yardımcı oldu. Gençleri görünce MG de sustu zaten.
Kırık, çıkık yok, röntgen çekildi. Ezilme olmuş. Krem yazdı doktor.
Herkesin söylediği aynı şeydi. 'Allahtan pimapen kapıymış, yoksa eskiden demir kapı sıkışmasından gelen çocuklar olurdu.' Düşünmek bile istemiyorum.
Hastaneden çıkarken Güneş, dedesine abinin nasıl elinin fotoğrafını çektiğini anlatıyordu.
Ve ben..
İçim yine o iğrenç kıyma makinesindeydi. Hala midem ağrıyor.
Bloga geç yazmanın nedeniyse, olaydan bihaber, turda olan ve blogumu okuduğunu bildiğim eyp...


Değirmenlere karşı

1 Mayıs 2010 Cumartesi

İzmir'de günleri sakin, sessiz geçirmeye çalışıyoruz.
Merak edenler için çok açıklayıcı şeyler yazamasam da iyi olma gayretindeyiz.
Babamın ağzından çıkana bakıyorum her gün.
O ne isterse o.
Direksiyon için özel ders almamı istedi.
2 bebeği bırakıp günde en az 3-4 saat araba kullanıyorum. İlk gün küçük bir İzmir turu yaptık. Dün, 4. günde, Turgutlu'ya gidip geldim. Yol üstündeki köy yollarında gezdik. 5 saat araba kullanmak sinirlerime inanılmaz iyi geldi. İçimde biriken öfkenin yerini sol kolumdaki sızı aldı.




Ders dönüşü evde beni hep 2 küçük kuzu bekliyor sanki.
Kapıdan içeri girer girmez Melek Güneş, heyecanla yaptıklarını anlatıyor.
El ve ayak izleriyle tahta bir kutu boyamışlar dedesi ve anneannesiyle doğum günüm için.
Uluç Ege, aynı anda 3 üst diş çıkardı ama hala çok şirin, yüzündeki gülümseme hiç gitmiyor. Ben yokken çok mızmızmış ama. Erkek çocuk-anne efsanesini yaşamaya başlıyoruz sanırım..
eyp'nin işiyle ilgili gelişmeler var. 15 gündür ayrıyız.
Canım sıkkınken daha da çok özlüyorum, onu da anladım..
En güzeliyse, abimin kız arkadaşıyla tanıştım.
****
Sıkıntıya çocuk sesi, bir de akarsu iyi gelirmiş. Bir şey daha varmış ama anneannem onu hatırlayamadı...
****
Kimin yaptığı belli olmayan öylesine bir resim..